Günübirlik doğa gezisi organizasyonları arıyordum ki karşıma Groupon’dan böyle bir duyuru çıktı. Aramaya üşendim, hazır önüme gelen, üstelik ucuz da olan bu “fırsatı” değerlendireyim dedim. Böyle gezilere beraber gitmeye başladığımız arkadaşımla da anlaştık.
Aradım, sordum, bir güzel anlattı telefondaki adam. Kartepe’de kayak yapmak istemediğimizi söyleyince, yürüyüş yolu da bulunduğunu ekleyiverdi. Her Cumartesi-Pazar turun organize edildiğini söyledi önce, biz de bir Cumartesi gününü seçtik. Sonra o gün yeterince katılımcı olmadığından, Pazar gününe almak istediler bizi, kabul ettik. Yani böyle şeyler olabilir tabii, neden olmasın, değil mi?
Teyit için bir gün önce arayacağız dediler, kimse aramadı. Koca bir Cumartesi günü boyunca arkadaşım neredeyse 20 kere aradı, telefonu açan olmadı. “Kısmet” dedik, “en kötüsü Pazar sabahı gider, kimseyi bulamadan döneriz” diye düşündük.
Pazar sabahı 7.30’da Yıldız Camii’nin önündeydik. Otobüsümüz geldi, bindik ki ne görelim, içeride bir dolu yaşlı teyze ve küçük çocuk var. Şaşırdık, bu insanlar doğa gezisinde uzun uzun yürüyebilecekler miydi?
Yolda minik bir kahvaltı tabağı verdiler, küçüktü ama şirindi. Çok üzerinde durmadık. Zira kaç zamandır görüşmüyorduk, sohbet daha tatlıydı. Fakat hoparlörlerden gelen korkunç müzikler (örneğin Ciguli!) sohbeti bölmeye ve zamanla bileklerimizi kesme isteği yaratmaya başladı! Tepemizdeki hoparlörleri kapattık, hatta arka koltukta uyuyanlardan gizli, onların hoparlörlerini de kapatıverdik!
İlk durak Sapanca Gölü’ydü. Göl kenarında ağaçlık bir yolda yürüyüş yapacağımızı hayal etmiştim. Oysa bizi bıraktıkları yer 7-8 tane çay bahçesinin yan yana dizili olduğu minicik bir yoldan ibaretti. Arkadaşımla 2-3 kere bir yukarı bir aşağı yürüdük aynı yolu. Tuvaletleri çok pis bir çay bahçesinde 4 liraya birer kahve içtik. Hak etmiyorlardı ya gerçi… Taa depremden beri tuvaletleri tamir ettireceklermiş. Utanmıyor da böyle söylemeye! Bu durak için aldığımız rehberlik hizmeti: “Saat 11.00’de otobüste buluşuyoruz, bir saat boyunca istediğiniz çay bahçesinde takılın!”
İkinci durağımızda öğle yemeği yedik. Maşukiye’de bir akarsuyun kenarında kurulu bir tesisti, adını not etmeyi unutmuşum, hoş bir yerdi. Günün belki de en güzel zamanıydı. Suda kazlar ve ördekler yüzüyordu, biz dahil misafirlerin attığı bolca ekmekle beslendiler, hatta obezleştiler korkarım. Herkes ördeklerin fotoğrafını çekti, bense atom bombası kıvamında tatlımızın! Ayıptır söylemesi, balığın üzerine eritilmiş helva yedik… Günün gerçekten en mutlu anıydı… :)
Eritilmiş helva! Fotoğrafını çekmek bitirmeye yakın ancak geldi aklıma... |
Yemekten sonra ağırlık çökmeseydi daha iyi olurdu tabii. Kartepe’ye doğru yola devam ederken epey bir uyukladık haliyle. Aşağıda Maşukiye’de ağaçlar çiçeklenmiş, bahar gelmişken, yukarıda nasıl oluyor da 1,5 metre kar olabiliyor diye şaşırmadık değil. Burada da aldığımız güzide rehberlik hizmeti: “Üç saat serbestsiniz, saat 17.00’de otobüsün sizi bıraktığı yerde buluşalım.”
- Şey, pardon, hani yürüyüş yolu ne tarafta?
- Bu mevsimde yol kapalı, yürüyüşe uygun değil.
- Nasıl yani, telefonda öyle söylenmedi?
- Telesiyej var, ona binebilirsiniz.
Kartepe'de insansız bir yerler ararken yol kenarında oturup izlediğimiz manzara |
Eveeet, şimdi biz bu araba ve insan kalabalığı içinde koskoca üç saat boyunca ne yapacağız diye düşüne düşüne biraz dolaştık tabii, ama yok, yürünecek ya da oturulacak sakin sessiz bir yer yok. Bir saat sonra jeton düştü ve otelin içine girmek geldi aklımıza. İçeride çok sakin ve güzel bir café bulduk, orada oturup kahve eşliğinde sohbete devam ettik. Arkadaşım İstanbul’da bıraktığı emlakçıyla telefonlaşıp yeni bir ev bile buluverdi o sırada…
Tur şirketi ve rehberlik hizmeti kesinlikle sınıfta kaldı, bir daha SVD Tour ile asla bir yere gitmem. Ama neyse ki hava muhteşemdi, baharın ilk sıcakları başlamıştı ve temiz havayı teneffüs edebiliyorduk. İstanbul’a dönerken ilk gördüğümüz şeylerin kapkara fabrikalar olması moral bozucuydu elbet.
Arkadaşım “İstanbul’a bir de diğer yakadan giriş yap da gör” deyince şaşırdım; evet ya, bir ara da Trakya gezisi yapsak ya?
Maşukiye'deki yerin adı kuvvetle muhtemel Naturköy, ben de benzer şekilde sudaki kocaman balıklara ve ördeklere ekmek atmıştım :)
YanıtlaSil