30 Temmuz 2012 Pazartesi

Tiramisu

Krep ve bisküvili limonlu pelteden sonra tatlı tarifleri serisine tiramisu ile devam! :)
İtalyanca "tira mi su" "beni yukarı çek" anlamına geliyormuş. Gerçekten yerken insanı mutluluktan uçuran bir tatlı bu. Keki ıslatırken kahvenin içine rom eklemek, kek yerine özel bir çeşit bisküvi ile yapmak veya labne peyniri yerine yine özel bir çeşit peynir kullanmak da mümkün, fakat bunlar şimdilik benim kısıtlı olanaklarımı aşıyor...

Malzemeler:
Yarım litre süt (yaklaşık 3 su bardağı)
2 çorba kaşığı tepeleme un
2 yumurta sarısı
2 çay bardağı şeker
1 paket vanilya
Bir kutu labne peyniri
Kakao
Hazır pasta tabanı
Nescafe

Efendim, yine yapımı inanılmaz kolay ve pratik, kısaca tembel işi bir tarifle karşı karşıyayız! Malzemelerden de anlaşılacağı üzere, kullanılacak kek hazır satılıyor, biz sadece kremasını yapıyoruz… Kekin sadesi ve kakaolusu satılıyor, ben kakaolu olanı tercih ediyorum, bence daha lezzetli oluyor. Bir de iki katlı olanlar da var, üç katlı olanlar da. Üç katlı kakaoluyu epey zamandır bulamıyorum, ama bulabilirseniz bence o en ideali.


Tiramisu için gereken malzemeler böyle…

Süt, un, yumurta sarısı, şeker ve vanilya karıştırılarak pişirilir.
Biraz soğuyunca labne peyniri ile karıştırılır.

Kekler büyükçe bir bardak nescafe ile ıslatılır.

Krema keklerin arasına ve üstüne sürülür.



En üste kakao serpilir.

Tabii sonunda buzdolabında bekletmek gerek, servis etmeden önce krema soğumalı. Afiyet olsun! :)

27 Temmuz 2012 Cuma

Çıralı

Tatil için dünyanın en sessiz, sakin ve huzurlu yerini arıyorduk. Geçen Eylül’de gittiğimiz Gümüşlük gibi bir yer olmalıydı, küçük bir koy ve hoş bir ortam. Bozburun’a baktık, Adrasan’a baktık, sonunda Çıralı’da karar kıldık. Sadece beş günümüz vardı; Temmuz sıcağında bir Cuma akşamı yola çıktık.

Ulusoy’la yaptığımız gece yolculuğumuz tatilin tek kötü bölümünü oluşturdu. Yanımıza aldığımız hırkalarımıza rağmen klimadan dolayı çok üşüdük, yastık ve battaniye isteklerimiz de sonuçsuz kaldı. Biletleri alırken defalarca sorup teyit almamıza rağmen otobüsün Çıralı yönüne gitmediğini öğrendik ve Antalya’da inip Kemer’e, oradan da Kumluca minibüslerine binmek zorunda kaldık. Otobüs ekibi öyle kabaydı ki, durumu anlattığımızda “şikayet edersiniz o zaman” dediler sadece! Ulusoy’un merkezine şikayet edeceğiz tabii ki ve bir daha da bu firmayla seyahat etmeyeceğiz!
Neyse ki tatilin geri kalanında hiçbir sorun yaşamadık, hatta her şey inanılmaz yolunda gitti… Booking.com’dan yüksek puan almış İkiz Pansiyon’da bir gece kaldık. Kesinlikle çok memnun kaldık, herkese tavsiye ediyorum. İki kişi olmamıza rağmen bize dört kişilik bir bungalov verdiler ve çok rahat ettik. Bungalovları belli ki yeni yaptırmışlar, çok temiz ve özenle tasarlanmıştı. En önemlisi de işletmeci ailenin misafirperverliğiydi. Gerçekten çok iyi insanlardı ve kendimizi çok rahat hissettik. Bahçedeki erik ağacından anneleri marmelat yapmıştı ve sabah kahvaltısında bolca verdikleri kreplerin yanında mükemmel oldu! :)

Pastanenin şık bahçe
dekorundan bir parça 

Vardığımız ilk gün sıkı bir öğle uykusundan sonra Çıralı’yı keşfe çıktık. Zaten küçücük bir yer, keşfetmesi çok kolay oldu. İlk bulduğumuz yerlerden birisi İpek Pastanesi oldu, ya da kapıdaki ismiyle Patisserie.  Temmuz sıcağında ve daha da beteri çok yüksek derecedeki nemli havasında, rahatlıkla Çıralı’nın en güzel rüzgar alan yeri diyebilirim. Zevkli bir şekilde dekore edilmiş ve çok keyifli bir şekilde caz müziği çalınıyor. Ürünleri çok lezzetli, fakat neredeyse İstanbul’dan pahalı. Elmalı turtanın bir dilimi 8 lira! Yine de ortamın güzelliği için, biraz da alternatifsizlikten 2-3 kere gidip oturduk burada. Faldan hiç anlamamama ve mide rahatsızlığım nedeniyle artık içemememe rağmen kahve falı bile baktım!

Dağın eteğindeki berrak
denizden çıkmak istemiyorsunuz...

Çıralı’nın denizineyse doyamadık diyebilirim. Dağın eteğinde yüzüyorsunuz resmen. Ve o kadar berrak ve temiz ki, sudan çıkmak hiç istemedik. Biz Caretta Caretta’lara hiç rastlayamadık, fakat bu kaplumbağaların sahile yumurta bıraktığı yerlerden birisiymiş Çıralı. İki yerde yumurtaların bulunduğuna dair uyarı gördük, birileri korumaya çalışıyor, ne güzel…

İlk geceden sonra üç gecelik rezervasyonumuz olan Hotel Villa Monte’ye geçtik. Burayı arkadaşlar tavsiye etmişti ve çok memnun kaldıklarına dair epey ısrarcı olmuşlardı, biz de güvendik… Burada da her şey çok güzeldi, odamız, bahçe, yemekler, insanlar, hepsi mükemmeldi. Tek sıkıntı bahçedeki sivrisinekler, onlara karşı da gidip marketten ilaç aldık mecburen.

Otelden denize 5-10 dakikalık yürüyüşte
içinden geçilen turunç bahçesi

Otelde birçok Alman misafir de vardı, kimisi yaşlı, kimisi küçük çocuklu aileler. Hepsi de çok kibar ve saygılı insanlardı. Plajda da, tekne turunda da birçok Alman aileyle yan yanaydık ve gözlemlediğimiz kadarıyla kesinlikle çocuklarını bizden çok farklı yetiştiriyorlar. Her nasıl oluyorsa çocukların hiç sesi çıkmıyor, hiçbir şekilde rahatsızlık vermiyorlar ve anne babaları onlara sürekli kitap okuyor.


Çıralı zaten tam da çocuklu ailelere uygun bir yer. Çok güvenli ve huzurlu. Gece hayatı diye bir şey yok. Geceleri ortalık neredeyse tamamen karanlık. Tek alternatif otele dönmek! İlla ki yürüyüş yapacağım derseniz bir el feneri edinmek iyi bir fikir olabilir. Pek ışık olmayınca yıldızlar da öyle güzel görünüyor ki…

Tekne turundaki duraklardan birisi

En son olarak da dönmeden önce son gün yaptığımız tekne turundan bahsetmeden olmaz. 10.30’dan 17.30’a dek süren tekne turunda birbirinden güzel 4 koya gittik ve her birinde yaklaşık birer saat yüzme molası verdik. Çocuklar suya atlamak için birbiriyle yarıştı resmen. Bu sefer de yüzmeyeyim, canım istemiyor, yoruldum, yedek bikinim daha kurumadı falan gibi bahaneleri kesinlikle saf dışı bırakan bir çekiciliği vardı tüm koyların, saatlerce yüzdük nihayetinde.
Tatilde eğlence, dans, müzik ya da sosyal-kültürel ortam peşindeyseniz Çıralı uygun bir yer olmayabilir. Gidip görmedik, ama çok yakındaki Olimpos bunun için daha elverişli olsa gerek. Ama eğer huzur ve sükunet arıyorsanız, Çıralı çok uygun bir yer olabilir. Ama uyarmadı demeyin, ortalıktaki yegane gençler bizdik, etrafta bolca çocuklu aile ve yaşlı var...

17 Temmuz 2012 Salı

Eğitimde 4+4+4 Düzenlemesine Dair

Bir patırtı ve gürültü arasında, daha kamuoyu ne olduğunu bile anlamadan, doğru dürüst tartışılmadan yasalaştırılıveren 4+4+4 sistemine ve sürece dair iki güzel çalışmayı paylaşmak istiyorum.

İlki ERG ekibinden sevgili Aytuğ'un Heinrich Böll Vakfı'nın dergisi Perspectives için kaleme aldığı hayli bilgilendirici yazısı.

Aytuğ Şaşmaz'ın Perspectives'teki yazısı

Diğeriyse yine ERG ekibinden Batuhan Aydagül'ün Bilgi Üniversitesi'nde yaptığı ön açıcı sunum. Video 40 dakika sürüyor, ama konu o kadar ilgi çekici ki, süreyi fark etmiyorsunuz bile!

Batuhan Aydagül'ün Bilgi Üniversitesi'ndeki sunumu

Okulların açılmasına iki ay kala yeni eğitim sistemiyle ilgili birçok belirsizlik çözülebilmiş değil. Aytuğ'un iafedesiyle: "Resmi okullar ve özel okullar, gelecek yıl hangi öğrencileri hangi öğretim programıyla okutacağını, bir ilkokul olarak mı yoksa ortaokul olarak mı hizmet vereceğini, 4. sınıftan 5. sınıflara geçişin nasıl olacağını, tüm bunlar bir yandan sürerken tüm okullarda öğrencilere tablet bilgisayar verilmesini öngören FATİH Projesi’nin nasıl uygulanacağı konularında fikir ve bilgi sahibi değil."

Tüm bunlar olurken eğitimde eşitlik ve nitelik tartışmalarına da elbette sıra gelmiyor, gelemiyor...

16 Temmuz 2012 Pazartesi

Geri döndüm!

İki ayı aşkın süredir Blog’a bir şey yazamadım, seni lüzumlu lüzumsuz gevezeliklerimden mahrum bıraktım, ey sevgili okur!
Zor zamanlardı, hem sağlığım çok iyi değildi, hem de işle ilgili yoğunluk ve sıkıntı büyüktü. Ama şimdi bir sayfa kapanıyor, başka sayfalar açılıyor, zira işimden istifa ettim.
Daha fazla şey okuyup yazmak, biraz dinlenmek ve toparlanmak ve yeni döneme hazırlanmak için artık bol bol vaktim olacak.
Ayşegül Blog’da yeniden şenlenecek… :)